137 m. yüksekliği ile ağrı Dağı, Anadolu'nun en yüksek ve görkemli Dağı'dır. Ağrı Dağı'm görkemli ve ünlü kılan onun yalnızca yüksekliği değil, dinsel kitaplara ve söylencelere konu olan kutsallığıdır. Örneğin, Ağrı Dağı, Eski Çağ'ın çok tanrılı dinlerinde olduğu gibi, tek tanrılı semavi dinlerin kutsal kitapları olan Kuran, Tevrat ve İncil’e de "Nuh Tufanı" olayı ile konu olarak, günümü ze kadar efsaneleşmiştir.
Ağrı Dağı yalnızca Anadolu'da değil, Türkiye'nin komşusu olan devletlerden Gürcistan, Rusya, Ermenistan, Nahcivan, Azerbaycan ve İran'da da kutsal dağ olarak kabul edilmektedir.
Bu kadar geniş bir coğrafi bölgede yaşayan milyonlarca insanın sosyal yaşantısı edebiyat, dinsel inanç ve söylencelerine konu olan böylesine görkemli ve kutsal bir dağın benzerine, dünyanın diğer coğrafi bölgelerin de rastlamak mümkün değildir.
M.Ö.3 binyılından beri Kafkasya'dan gelerek tüm Doğu Anadolu Bölgesi'ne yayılan Hurriler, ilk kez "Kültür Birliği" kurmuştur. Hurriler döneminde dağlar kutsal olarak benimsenmesine ve dağ tanrıları olmasına karşın, Ağrı Dağı'nın adını ve düzenlenen dinsel törenlerini bilemiyoruz.
Hurrilerin torunu olan Urartular, Doğu Anadolu Bölgesi'nde M.Ö.9.7. yüzyıllar arasında başkentliğini Van Kalesi'nin (eski Tuşpa) yaptığı bir devlet kurmuşlardır. Urartuların Doğu Anadolu, Güney Kafkasya ve Kuzeybatı İran bölgelerine getirmiş olduğu yeniliklerin başında, çivi yazısı gelmektedir. Çivi yazısı sayesinde, günümüzden 2830 yıl önce Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaşayan insanların dinsel inanç, kült töreni, tanrı, tanrıça, dağ, yol, göl ve ırmakların tanrılarını öğrenmekteyiz. Çivi yazılı belgelerde, Ağrı yöresi "Erikua olarak geçmektedir. Çivi yazılı belgelerden ünlü Ağrı Dağı'nın adını öğrenmememize karşın, ağrı dağı gibi yüce dağlara "bir sığır ile iki koyun kurban edilmekteydi".
M.Ö. 7.yüzyılın sonunda Kafkasya ve Kuzeybatı İran Bölgesi'nden Urartu topraklarına giren İskitler, tüm kale ve yerleşim merkezlerini yakıp yıkmaya ve vahşice yağmalamaya başlamışlardır. Bu yağma ve yıkımdan taşına bilir eşyası ve küçükbaş hayvanları ile canını zor kurtaran halk, kutsal olarak saydıkları yüksek dağlara kaçmaya başladılar. Halkın en çok kaçtığı dağların başında, büyük Ağrı Dağı gelmektedir. Ağrı Dağı çevresinde kaynak suları ve otlakları bol olan yaylalar da uzun yıllar yaşayan halk, geleneksel yarı göçebe yaşamlarını çok uzun bir süre devam ettirmişlerdir.
FARKLI KÜLTÜRLERİN AĞRI DAĞI'NA VERDİĞİ İSİMLER
Urartu Krallığı'nın yıkılmasından ve tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, kutsal kitap Tevrat'ta Urartuların adı "r-r-t" şeklinde geçmektedir. r-r-t adı, aynı zamanda "Ararat" adı ile özdeşleştirilmektedir. Urartuların yaşamış olduğu Doğu Anadolu coğrafyası da "Hari Ararat" (Dağlık Ararat) olarak isimlendirilmektedir. Ararat adı, Eski Çağ ve Orta Çağ yazarlarının yanı sıra, Yeni Çağ'da da seyyah, araştırmacı ve coğrafyacılar tarafından yaygın olarak kullanılmıştır.
Kutsal kitap Tevrat'ta bu bölgeye "Hari Ararat" adının verilmesi bir tesadüf eseri değil, Assur Krallığının çivi yazılı belgelerinde geçen "Uruatri" kelimesinden beri süre gelen bir deyimdir.
Uruatri (Urartu) adı, bu topluluğun güneyde can düşmanı olan Assur Krallığı tarafından verilen bir isimdir. Uruatri (Urartu) adı bir topluluğun ismi değil, "dağlık ülke anlamında kullanılan coğrafi bir deyimdir". Dağlık coğrafi bölge anlamında kullanılan Uruatri adı, ilk kez M.Ö. 1274 yılında Assur Kralı I. Salmanassar'ın Doğu Anadolu'ya yapmış olduğu askeri seferinde geçmektedir. Urartular ise kendilerini her zaman Biani(li) olarak adlandırmaktaydı. "Bian" kelimesi, bugünkü "Van" kelimesine dönüşmüştür.
M.S. 226'da Part Devletinin yılmamasından sonra, Sasaniler Iran'ı tümüyle ele geçirmiş ve 200 yıl boyunca egemenliklerini sürdürmüştür. Sasaniler döneminde, Kuzey doğu Anadolu Bölgesi "Ararat Eyalet ad altinda Sasanilerin egemenliğinde kalmıştır.
"Hari Ararar", yani "Dağlık Ararat" ad daha önce de belirttiğimiz gibi, Ermenice ile uzaktan veya yakından bir ilgisi bulunmamaktadır. Bilindiği gibi, Ermeniler Agn Dağı'na "Mari, yani "Yüksek Dağ" demektedir. Bu hatalı bilgi, yıllardan beri bilinçlice kullanılmış ve yanlış anlaşılmalara neden olmuştur.
Iran’lılar, Ağrı Dağı'nı "Nuh’un Dağ anlamına gelen "Kub-i Nub" olarak isimlendirmektedir. Araplar ise Büyük Agnya "Gebel-ül Haris, Küçük Ağrı'ya Cebel al Huveyris" demektedirler.
Doğudan büyük kafileler halinde gelen ve 1064'de Ani şehri ve kalesini fethederek Doğu Anadolu içlerine giren Türkler, Ağrı Dağı'na hayran olmuş ve ulu dağı Ağrı Dağı ya da "Eğri Dağ" olarak adlandırmışlardır. "Eğri Dağ" veya Ağrı Dağı", Şamanist inanca sahip olan Yakutların dilinde "Kocaman veya "Tanrı" anlamına gelmektedir.
Yaklaşık olarak 1000 yıldan beri Anadolu topraklarında bulunan ve Ağrı Dağı çevresinde yaşayan Türklerin, sosyal, siyasal ve kültürel tarihinde, Ağrı Dağı çok belirleyici bir yere sahiptir. Bir başka deyişle Ağrı Dağı, bölge halkının somut ve somut olmayan kül türel mirasının özünü oluşturmaktadır.
KÜLTÜRLERİ BİRLEŞTİREN DAĞ: AĞRI DAĞI
Avrupa'dan Orta Asya içlerine kadar uzanan 10.000 km'lik bir coğrafi alanda yaşayan milyonlarca insanın yazmış olduğu şiir, masal, mani, ağıt, türkü, efsane ve dinsel anlatılarına konu olan en önemli kültür varlığı, Ağrı Dağidir. Eski Çağ'dan günümüze kadar kutsallığını sürdüren Ağrı Dağı, aynı zaman da farklı kültürleri birleştiren ve yaşatan bir evrensel kimliğe sahiptir.
Anadolu'nun en görkemli yüksek zirvesi olan Ağrı Dağı, yüzlerce yıldan beri anlatılan efsane ve kutsal kitaplara konu ol muştur. Ağrı Dağı'nı, Anadolu ve Dünyadaki diğer dağlardan ayıran en önemli özelliğinin başında, Eski Çağ’ın çok tanrılı dinlerinde olduğu gibi, tek tanrılı semavi dinlerin kutsal kitapları olan Tevrat ve İncil'e de "Nuh Tufanı" olayı ile konu olarak, günümüze kadar kutsallığını sürdürmesi gelmektedir.
Semavi dinlerin ortak mirası Nuh Tufanına konu olan Ağrı Dağı, insanlı tarihinin en eski mirasını geçmişten günümüze taşımaya devam etmektedir. Bu özelliği ile Ağrı Dağı, milyonlarca insanın gönlünde taht kurmuştur.
Ağrı Daği ve bununla bağlantılı olarak yazılan ve kuşaktan kuşağa anlatılan dinsel öğreti, masal ve efsaneler, yalnızca Anadolu'da değil, Avrupa ülkeleri, Gürcistan, Rusya, Ermenistan, Nahcivan, Azerbaycan, Iran ve Orta Asya'da yaşayan milyonlarca insan tarafından da benimsenmektedir.
Anadolu'da Ağrı Dağı'na duyulan sevgi ve saygı, diğer ülkelerde yaşayan insanların sevgi ve saygısından çok farklıdır. Özellikle bölge halkı, dağların sultanı olarak kabul ettiği Ağrı Dağı'na, tıpkı bir anneye duymuş olduğu, sevgi ve saygı ile bağlıdır.
Günümüzde bile bölge halkının Ağrı Dağı'na dönerek yemin etmesi ve eğer andımdan dönersem her iki dağ da gözlerimi kör etsin demesi, Eski Çağ'dan beri Türk Dünyası topluluklarının Ağrı Dağı'nın kutsallığını kesintisiz olarak sürdürdüğünü göstermektedir. Hatta ünlü ozan Ahmet Muhip Dıranas, Ağrı Dağı, güneybatıdan, yazmış olduğu "Ağrı" adlı şiirinde, göğü perde perde delip yükselen kutsal Ağrı Dağı'nın eteğine varıp secdeye kapandığını vurgulamaktadır.
AĞRI DAĞI'NIN GÜNEY ETEĞİNDE NUH'UN GEMİSİ'NE BENZER KUTLE
1948-49 yılında Ağrı Dağı Bölgesi'nde yerel bir deprem meydana gelmiştir. Deprem ile birlikte oluşan heyelan sonucunda, o zamana kadar insanların hiç görmediği "Nuh'un Gemisi" oluşumuna benzer bir kütle ortaya çıkmıştır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan gemiye benzer kütle, ortalama 80 m. uzunluğunda ve gövdenin en geniş yeri de 60 m dir. ilginç biçimi ile kütle, sanki Ağrı Dağı’nın yüzlerce yıldan beri bünyesinde sakladığı Nah’un Gemisi'ni insanların görmesi için ortaya çıkarmış gibidir.
1959 yılında, Harita Genel Müdürlüğün de görevli Harita Mühendisi İlhan Durupınar, Ağrı Dağı'nda yapmış olduğu çalışmada, gemiye benzer ilginç kütleyi fotoğraflamıştır. Bu ilginç kütle, Üzengili Köyü'nün 2 km. doğusunda ve Ağrı Dağı'nın 17 km. güney eteğinde, Telçeker Mevkii'nde yer almaktadır.
1960 yılının Haziran ayında, kütleyi incelemek amacıyla bir arkeolog ve jeofizik mühendisi olmak üzere, altı kişilik bir bilim heyeti meydana getirilmiştir. Yapılan çalışmalar tam olarak yayımlanmadığı gibi, bunun bir gemi kalıntısı olup olmadığı konusunda kesin bir fikir birliğine de varılamamıştır.
1961'de, ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler, Ağrı ili, Doğubayazıt İlçesi Telçeker Mevkii'nde bulunan "Nuh'un Gemisi" oluşumuna benzer kütlenin fotoğraflarını çekerek, Türkiye ve Dünya'ya tanıtmaya başlamıştır.
1985'de California Üniversitesi Uzay ve Yer Araştırma Merkezi ile Erzurum Atatürk Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan bir grup bilim insanı, Telçeker Mevkii'nde bulunan "Nuh'un Gemisi" oluşumu kütle üzerinde ayrıntılı denilecek bir çalışma yapmıştır. Yapı- lan teknik çalışma ve yeraltı radar görüntüleri ışığında kütlenin planı çıkarılmışsa da, bunu bir gemiye ait kalıntı olup olmadığı kesin olarak anlaşılamamıştır.
1987'de, T.C. Kültür Bakanlığı, Atatürk Üniversitesi, Ağrı Valiliği, Doğubayazıt Kaymakamlığı, Maden Tetkik ve Araştırma Genel Müdürlüğü ilgililerinden oluşan bir heyet, kütle üzerinde bir araştırma yapmıştır. Yerinde yapılan bu çalışma sonucunda, gemiye benzer kütlenin "Nuh Tufanı ve Nuh'un Gemisi Anısına" "1. Derece Doğal Sit Alanı" olarak tescil edilmesi ve korunması konusun da bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından kabul edilerek, "I. Derece Doğal Sit Alanı") olarak ilan edilmiştir.
Gerçek anlamda bir doğa harikası olan gemiye benzer bu kütle, tarım alanı dışın da tutulmalı, üzerinde hayvan sürülerinin otlatılması ve geçişi yasaklanmalıdır. Oluşan heyelanlardan etkilenmemesi için, acilen önlemler alınmalıdır. Bunlardan da önemlisi, biçiminin bozulmaması için her türlü kaçak kazının yapılmaması ve insanlar tarafından parçaların koparılıp, hatıra olarak alınması yasaklanmalıdır.
Bu önlemlerin gerçek hayata dönüştürülmesi amacıyla, Nuh Tufanı ve Nuh'un Gemisi'ni yansıtan bu olağanüstü kütlenin, "L Derece Arkeoloji Sit Alanı olarak tescillenip, ilan edilmesi gerekmektedir.
AĞRI DAĞI'NIN "UNESCO DÜNYA MİRASI" LİSTESİNE ALINMASI
Nuh Tufanı ve efsanelere konu olan Ağrı Dağı, diğer dağlardan farklı olarak çok güzel bir görünüme de sahiptir. Bu eşsiz görünümünden dolayı, bölge halkı tarafından, duvağını takmış güzel bir geline de benzetilmektedir. Ağrı Dağı'nın zirvesi sis ve bulutlar ile kaplı olduğu zaman, bölge halkı bu güzel ve nazlı gelinin insanlara dargın olduğunu, bu yüzden beyaz duvağını açıp yüzünü insanlara göstermediğine inanmaktadır.
Efsanelerin yanı sıra, semavi dinlerin ortak mirası Nuh Tufan’ına konu olan Ağrı Dağı, milyonlarca insanın ilgi, sevgi ve saygısını kazanmıştır. Ağrı Dağı'nın insanlara daha iyi tanıtılması ve değerinin öğretilmesi amacıyla, inanç turizminin geliştirilmesine ve alt yapı tesislerinin mükemmelleştirilmesine çaba harcanmalıdır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Ağrı Dağı yalnızca güzel bir dağ değil, efsane ve dinsel anlatılar kapsamında Anadolu, Avrupa, Kafkasya, Azerbaycan, İran ve Orta Doğu'nun en önemli kültür merkezidir. Anadolu ve Dünya'da kutsal kitaplardan Tevrat ve İncil'e konu olan en ünlü dağ, yalnızca Hari Ararat, yani Ağrı Dağı'dır.
İnsanlığın evrensel kültür mirası olan, Ağrı Dağı'nın daha iyi korunması ve sahip olduğu kültürel değerlerin geleceğe aktarılarak sürdürülmesi için, mutlaka "Unesco Dünya Miras Listesi" ne alınması gerekmektedir.
Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi'nde kültür tarihinin oluşmasında, en önemli etkenin Ağrı Dağı olduğu anlaşılmaktadır. Nite kim yüzlerce yıldan beri insanlar tarafından yazılan ve kuşaktan kuşağa anlatılan şiir, mani, masal, hikaye, roman ve efsanelerde, en önemli konunun Ağrı Dağı olduğu kolayca anlaşılır.
Ağrı Dağı yalnızca Anadolu'da değil, Türkiye'nin komşusu olan devletlerden Gürcistan, Rusya, Ermenistan, Nahcivan, Azerbaycan ve İran'da da kutsal dağ olarak kabul edilmektedir.
Bu kadar geniş bir coğrafi bölgede yaşayan milyonlarca insanın sosyal yaşantısı edebiyat, dinsel inanç ve söylencelerine konu olan böylesine görkemli ve kutsal bir dağın benzerine, dünyanın diğer coğrafi bölgelerin de rastlamak mümkün değildir.
M.Ö.3 binyılından beri Kafkasya'dan gelerek tüm Doğu Anadolu Bölgesi'ne yayılan Hurriler, ilk kez "Kültür Birliği" kurmuştur. Hurriler döneminde dağlar kutsal olarak benimsenmesine ve dağ tanrıları olmasına karşın, Ağrı Dağı'nın adını ve düzenlenen dinsel törenlerini bilemiyoruz.
Hurrilerin torunu olan Urartular, Doğu Anadolu Bölgesi'nde M.Ö.9.7. yüzyıllar arasında başkentliğini Van Kalesi'nin (eski Tuşpa) yaptığı bir devlet kurmuşlardır. Urartuların Doğu Anadolu, Güney Kafkasya ve Kuzeybatı İran bölgelerine getirmiş olduğu yeniliklerin başında, çivi yazısı gelmektedir. Çivi yazısı sayesinde, günümüzden 2830 yıl önce Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaşayan insanların dinsel inanç, kült töreni, tanrı, tanrıça, dağ, yol, göl ve ırmakların tanrılarını öğrenmekteyiz. Çivi yazılı belgelerde, Ağrı yöresi "Erikua olarak geçmektedir. Çivi yazılı belgelerden ünlü Ağrı Dağı'nın adını öğrenmememize karşın, ağrı dağı gibi yüce dağlara "bir sığır ile iki koyun kurban edilmekteydi".
M.Ö. 7.yüzyılın sonunda Kafkasya ve Kuzeybatı İran Bölgesi'nden Urartu topraklarına giren İskitler, tüm kale ve yerleşim merkezlerini yakıp yıkmaya ve vahşice yağmalamaya başlamışlardır. Bu yağma ve yıkımdan taşına bilir eşyası ve küçükbaş hayvanları ile canını zor kurtaran halk, kutsal olarak saydıkları yüksek dağlara kaçmaya başladılar. Halkın en çok kaçtığı dağların başında, büyük Ağrı Dağı gelmektedir. Ağrı Dağı çevresinde kaynak suları ve otlakları bol olan yaylalar da uzun yıllar yaşayan halk, geleneksel yarı göçebe yaşamlarını çok uzun bir süre devam ettirmişlerdir.
FARKLI KÜLTÜRLERİN AĞRI DAĞI'NA VERDİĞİ İSİMLER
Urartu Krallığı'nın yıkılmasından ve tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, kutsal kitap Tevrat'ta Urartuların adı "r-r-t" şeklinde geçmektedir. r-r-t adı, aynı zamanda "Ararat" adı ile özdeşleştirilmektedir. Urartuların yaşamış olduğu Doğu Anadolu coğrafyası da "Hari Ararat" (Dağlık Ararat) olarak isimlendirilmektedir. Ararat adı, Eski Çağ ve Orta Çağ yazarlarının yanı sıra, Yeni Çağ'da da seyyah, araştırmacı ve coğrafyacılar tarafından yaygın olarak kullanılmıştır.
Kutsal kitap Tevrat'ta bu bölgeye "Hari Ararat" adının verilmesi bir tesadüf eseri değil, Assur Krallığının çivi yazılı belgelerinde geçen "Uruatri" kelimesinden beri süre gelen bir deyimdir.
Uruatri (Urartu) adı, bu topluluğun güneyde can düşmanı olan Assur Krallığı tarafından verilen bir isimdir. Uruatri (Urartu) adı bir topluluğun ismi değil, "dağlık ülke anlamında kullanılan coğrafi bir deyimdir". Dağlık coğrafi bölge anlamında kullanılan Uruatri adı, ilk kez M.Ö. 1274 yılında Assur Kralı I. Salmanassar'ın Doğu Anadolu'ya yapmış olduğu askeri seferinde geçmektedir. Urartular ise kendilerini her zaman Biani(li) olarak adlandırmaktaydı. "Bian" kelimesi, bugünkü "Van" kelimesine dönüşmüştür.
M.S. 226'da Part Devletinin yılmamasından sonra, Sasaniler Iran'ı tümüyle ele geçirmiş ve 200 yıl boyunca egemenliklerini sürdürmüştür. Sasaniler döneminde, Kuzey doğu Anadolu Bölgesi "Ararat Eyalet ad altinda Sasanilerin egemenliğinde kalmıştır.
"Hari Ararar", yani "Dağlık Ararat" ad daha önce de belirttiğimiz gibi, Ermenice ile uzaktan veya yakından bir ilgisi bulunmamaktadır. Bilindiği gibi, Ermeniler Agn Dağı'na "Mari, yani "Yüksek Dağ" demektedir. Bu hatalı bilgi, yıllardan beri bilinçlice kullanılmış ve yanlış anlaşılmalara neden olmuştur.
Iran’lılar, Ağrı Dağı'nı "Nuh’un Dağ anlamına gelen "Kub-i Nub" olarak isimlendirmektedir. Araplar ise Büyük Agnya "Gebel-ül Haris, Küçük Ağrı'ya Cebel al Huveyris" demektedirler.
Doğudan büyük kafileler halinde gelen ve 1064'de Ani şehri ve kalesini fethederek Doğu Anadolu içlerine giren Türkler, Ağrı Dağı'na hayran olmuş ve ulu dağı Ağrı Dağı ya da "Eğri Dağ" olarak adlandırmışlardır. "Eğri Dağ" veya Ağrı Dağı", Şamanist inanca sahip olan Yakutların dilinde "Kocaman veya "Tanrı" anlamına gelmektedir.
Yaklaşık olarak 1000 yıldan beri Anadolu topraklarında bulunan ve Ağrı Dağı çevresinde yaşayan Türklerin, sosyal, siyasal ve kültürel tarihinde, Ağrı Dağı çok belirleyici bir yere sahiptir. Bir başka deyişle Ağrı Dağı, bölge halkının somut ve somut olmayan kül türel mirasının özünü oluşturmaktadır.
KÜLTÜRLERİ BİRLEŞTİREN DAĞ: AĞRI DAĞI
Avrupa'dan Orta Asya içlerine kadar uzanan 10.000 km'lik bir coğrafi alanda yaşayan milyonlarca insanın yazmış olduğu şiir, masal, mani, ağıt, türkü, efsane ve dinsel anlatılarına konu olan en önemli kültür varlığı, Ağrı Dağidir. Eski Çağ'dan günümüze kadar kutsallığını sürdüren Ağrı Dağı, aynı zaman da farklı kültürleri birleştiren ve yaşatan bir evrensel kimliğe sahiptir.
Anadolu'nun en görkemli yüksek zirvesi olan Ağrı Dağı, yüzlerce yıldan beri anlatılan efsane ve kutsal kitaplara konu ol muştur. Ağrı Dağı'nı, Anadolu ve Dünyadaki diğer dağlardan ayıran en önemli özelliğinin başında, Eski Çağ’ın çok tanrılı dinlerinde olduğu gibi, tek tanrılı semavi dinlerin kutsal kitapları olan Tevrat ve İncil'e de "Nuh Tufanı" olayı ile konu olarak, günümüze kadar kutsallığını sürdürmesi gelmektedir.
Semavi dinlerin ortak mirası Nuh Tufanına konu olan Ağrı Dağı, insanlı tarihinin en eski mirasını geçmişten günümüze taşımaya devam etmektedir. Bu özelliği ile Ağrı Dağı, milyonlarca insanın gönlünde taht kurmuştur.
Ağrı Daği ve bununla bağlantılı olarak yazılan ve kuşaktan kuşağa anlatılan dinsel öğreti, masal ve efsaneler, yalnızca Anadolu'da değil, Avrupa ülkeleri, Gürcistan, Rusya, Ermenistan, Nahcivan, Azerbaycan, Iran ve Orta Asya'da yaşayan milyonlarca insan tarafından da benimsenmektedir.
Anadolu'da Ağrı Dağı'na duyulan sevgi ve saygı, diğer ülkelerde yaşayan insanların sevgi ve saygısından çok farklıdır. Özellikle bölge halkı, dağların sultanı olarak kabul ettiği Ağrı Dağı'na, tıpkı bir anneye duymuş olduğu, sevgi ve saygı ile bağlıdır.
Günümüzde bile bölge halkının Ağrı Dağı'na dönerek yemin etmesi ve eğer andımdan dönersem her iki dağ da gözlerimi kör etsin demesi, Eski Çağ'dan beri Türk Dünyası topluluklarının Ağrı Dağı'nın kutsallığını kesintisiz olarak sürdürdüğünü göstermektedir. Hatta ünlü ozan Ahmet Muhip Dıranas, Ağrı Dağı, güneybatıdan, yazmış olduğu "Ağrı" adlı şiirinde, göğü perde perde delip yükselen kutsal Ağrı Dağı'nın eteğine varıp secdeye kapandığını vurgulamaktadır.
AĞRI DAĞI'NIN GÜNEY ETEĞİNDE NUH'UN GEMİSİ'NE BENZER KUTLE
1948-49 yılında Ağrı Dağı Bölgesi'nde yerel bir deprem meydana gelmiştir. Deprem ile birlikte oluşan heyelan sonucunda, o zamana kadar insanların hiç görmediği "Nuh'un Gemisi" oluşumuna benzer bir kütle ortaya çıkmıştır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan gemiye benzer kütle, ortalama 80 m. uzunluğunda ve gövdenin en geniş yeri de 60 m dir. ilginç biçimi ile kütle, sanki Ağrı Dağı’nın yüzlerce yıldan beri bünyesinde sakladığı Nah’un Gemisi'ni insanların görmesi için ortaya çıkarmış gibidir.
1959 yılında, Harita Genel Müdürlüğün de görevli Harita Mühendisi İlhan Durupınar, Ağrı Dağı'nda yapmış olduğu çalışmada, gemiye benzer ilginç kütleyi fotoğraflamıştır. Bu ilginç kütle, Üzengili Köyü'nün 2 km. doğusunda ve Ağrı Dağı'nın 17 km. güney eteğinde, Telçeker Mevkii'nde yer almaktadır.
1960 yılının Haziran ayında, kütleyi incelemek amacıyla bir arkeolog ve jeofizik mühendisi olmak üzere, altı kişilik bir bilim heyeti meydana getirilmiştir. Yapılan çalışmalar tam olarak yayımlanmadığı gibi, bunun bir gemi kalıntısı olup olmadığı konusunda kesin bir fikir birliğine de varılamamıştır.
1961'de, ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler, Ağrı ili, Doğubayazıt İlçesi Telçeker Mevkii'nde bulunan "Nuh'un Gemisi" oluşumuna benzer kütlenin fotoğraflarını çekerek, Türkiye ve Dünya'ya tanıtmaya başlamıştır.
1985'de California Üniversitesi Uzay ve Yer Araştırma Merkezi ile Erzurum Atatürk Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan bir grup bilim insanı, Telçeker Mevkii'nde bulunan "Nuh'un Gemisi" oluşumu kütle üzerinde ayrıntılı denilecek bir çalışma yapmıştır. Yapı- lan teknik çalışma ve yeraltı radar görüntüleri ışığında kütlenin planı çıkarılmışsa da, bunu bir gemiye ait kalıntı olup olmadığı kesin olarak anlaşılamamıştır.
1987'de, T.C. Kültür Bakanlığı, Atatürk Üniversitesi, Ağrı Valiliği, Doğubayazıt Kaymakamlığı, Maden Tetkik ve Araştırma Genel Müdürlüğü ilgililerinden oluşan bir heyet, kütle üzerinde bir araştırma yapmıştır. Yerinde yapılan bu çalışma sonucunda, gemiye benzer kütlenin "Nuh Tufanı ve Nuh'un Gemisi Anısına" "1. Derece Doğal Sit Alanı" olarak tescil edilmesi ve korunması konusun da bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından kabul edilerek, "I. Derece Doğal Sit Alanı") olarak ilan edilmiştir.
Gerçek anlamda bir doğa harikası olan gemiye benzer bu kütle, tarım alanı dışın da tutulmalı, üzerinde hayvan sürülerinin otlatılması ve geçişi yasaklanmalıdır. Oluşan heyelanlardan etkilenmemesi için, acilen önlemler alınmalıdır. Bunlardan da önemlisi, biçiminin bozulmaması için her türlü kaçak kazının yapılmaması ve insanlar tarafından parçaların koparılıp, hatıra olarak alınması yasaklanmalıdır.
Bu önlemlerin gerçek hayata dönüştürülmesi amacıyla, Nuh Tufanı ve Nuh'un Gemisi'ni yansıtan bu olağanüstü kütlenin, "L Derece Arkeoloji Sit Alanı olarak tescillenip, ilan edilmesi gerekmektedir.
AĞRI DAĞI'NIN "UNESCO DÜNYA MİRASI" LİSTESİNE ALINMASI
Nuh Tufanı ve efsanelere konu olan Ağrı Dağı, diğer dağlardan farklı olarak çok güzel bir görünüme de sahiptir. Bu eşsiz görünümünden dolayı, bölge halkı tarafından, duvağını takmış güzel bir geline de benzetilmektedir. Ağrı Dağı'nın zirvesi sis ve bulutlar ile kaplı olduğu zaman, bölge halkı bu güzel ve nazlı gelinin insanlara dargın olduğunu, bu yüzden beyaz duvağını açıp yüzünü insanlara göstermediğine inanmaktadır.
Efsanelerin yanı sıra, semavi dinlerin ortak mirası Nuh Tufan’ına konu olan Ağrı Dağı, milyonlarca insanın ilgi, sevgi ve saygısını kazanmıştır. Ağrı Dağı'nın insanlara daha iyi tanıtılması ve değerinin öğretilmesi amacıyla, inanç turizminin geliştirilmesine ve alt yapı tesislerinin mükemmelleştirilmesine çaba harcanmalıdır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Ağrı Dağı yalnızca güzel bir dağ değil, efsane ve dinsel anlatılar kapsamında Anadolu, Avrupa, Kafkasya, Azerbaycan, İran ve Orta Doğu'nun en önemli kültür merkezidir. Anadolu ve Dünya'da kutsal kitaplardan Tevrat ve İncil'e konu olan en ünlü dağ, yalnızca Hari Ararat, yani Ağrı Dağı'dır.
İnsanlığın evrensel kültür mirası olan, Ağrı Dağı'nın daha iyi korunması ve sahip olduğu kültürel değerlerin geleceğe aktarılarak sürdürülmesi için, mutlaka "Unesco Dünya Miras Listesi" ne alınması gerekmektedir.
Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi'nde kültür tarihinin oluşmasında, en önemli etkenin Ağrı Dağı olduğu anlaşılmaktadır. Nite kim yüzlerce yıldan beri insanlar tarafından yazılan ve kuşaktan kuşağa anlatılan şiir, mani, masal, hikaye, roman ve efsanelerde, en önemli konunun Ağrı Dağı olduğu kolayca anlaşılır.