Genel Merkezimiz tarafından yapılan haftalık gündem değerlendirmesinde, bu hafta İslam mukaddesatına yönelik yapılan hakaretler ile Suriye meselesi ve Münbiç hareketliliği konuları ele alındı.
MUKADDESATA YÖNELİK HAKARETLER
Dini kimliğini Müslüman olarak tanımlayan toplumumuzda, İslam mukaddesatına yönelik gerek provokatif gerekse ahlaki bir zafiyet olarak zaman zaman hakaretler edilmekte, menfur olaylar yaşanmakta, toplumun dini değerleri alenen aşağılanmakta ve bu fiillere zaman zaman basın yayın organları veya tanınmış kişiler de karışmaktadır.
Ceza kanunu, İslam dinine yönelik hakaretleri bertaraf etme fonksiyonundan yoksundur. Nitekim toplum huzurunu bozmaya müsait olan bu provokatif söylemler çoğunlukla cezasız kalmakta ve tek düzenleme olan “Halkı kin veya düşmanlığa sevk etme veya aşağılama” suçundan çoğu zaman unsur eksikliği sebebiyle işlem yapılmamaktadır.
Yine en basit hakaret suçlarında dahi re’sen harekete geçen hatta toplumda infialin önüne geçmek için tutuklama talep eden soruşturma makamları, hakaretin yöneldiği unsur Aziz İslam olunca aynı duyarlılığı göstermemekte ve toplumdaki hassas noktaları göz ardı etmektedir.
Bu anlamda, hukukun toplumun inanç, ahlak ve değerleriyle paralel olması gerekliliğini hatırlatıyor, toplumla uyuşmayan yasal düzenlemelerin toplumun inanç ve değerleriyle uyumlu hale getirilmesi gerektiği hususunda ilgili makamları uyarıyoruz. İslam mukaddesatına yönelik saldırıların toplumda bir kargaşaya sebep olmaması için yasal düzenlemelerin gözden geçirilmesi ve müstakil bir madde olarak Türk Ceza Kanununa eklenmesi, belirlenen cezanın caydırıcı olması hususunda tüm siyasi partileri ve özellikle hükümeti inisiyatif almaya davet ediyoruz.
SURİYE MESELESİ VE MÜNBİÇ HAREKETLİLİĞİ
Münbiç operasyonunun, rejim güçlerinin YPG ile koordineli olarak bölgeye gidişi ve sonrasında da Rusya’nın talebi neticesinde ertelendiği görülmektedir. ABD’nin bölgeden çekilme kararına rağmen, Irak’ın operasyon için üs olarak kullanılmaya devam edileceği yönündeki açıklaması, bölge ülkeleri tarafından ihtiyatla karşılanmalı, bu süreç siyasi çözümün devreye girmesi ve nihai barışın sağlanması için hızlı ve istikrarlı bir şekilde yönetilmelidir. ABD’nin geri çekilme kararının ardından, Suriye savaşında en az Suudi Arabistan kadar aktif rol oynayan BAE’nin Şam büyükelçiliğini yeniden açma kararı, ABD’nin çekilme planının arkasında yatan bir takım stratejileri ortaya çıkarması bakımından önemlidir. Nitekim önümüzdeki süreçte ABD, özellikle müttefiki bölge ülkelerini emperyalistlerin stratejilerini gerçekleştirme noktasında aktif güç olarak kullanacağını göstermektedir. Yine bu süreçte, bölgede Arap milliyetçiliğinin ön planda tutularak bunun üzerinden kimi bölge ülkelerine karşı ortak bir operasyon yapılacağı iddiaları da bölgesel barışı tehdit etmektedir. Siyonist işgalci rejim ile Arap ülkeleri arasında geliştirilen ilişkiler ve Suriye’nin yeniden Arap Birliğine dahil edileceği iddiaları, bu ihtimali güçlendirmektedir. Emperyalistlerin vekalet savaşına sahne olan Suriye coğrafyası, yeni savaşlara kapı açılmak istenen İslam coğrafyasına ders olmalıdır. Suriye meselesinin Müslümanlar tarafından çözüme kavuşturulması, yeni ihtilafların önüne geçecek ve ibret alınmasını kolaylaştıracaktır. Bu anlamda, Suriye krizinde garantörlük üstlenen Türkiye ve İran’ın; ülkedeki tüm etnik, siyasi ve dini kesimlerin dahil edildiği bir müzakere süreci başlatması ve süresiz ateşkes ortamı oluşturması elzemdir. Yine Suriye krizine çözüm ışığı yakan emperyalist güçlerin yeni savaş alanları açmanın önüne geçilebilmesinin; Müslümanların kolektif bir güç birliği oluşturmasından geçeceği unutulmamalıdır.
HÜDA PAR GENEL MERKEZİ