REFERANDUM SÜRECİNDE KAMPLAŞTIRMA TEHLİKESİ
Partilerin referanduma yönelik propaganda çalışmaları ne kadar tabiî ve gerekli ise; “Evet”veya “Hayır” kararının “ölüm kalım meselesi” veya “varlık ve yokluk savaşı” gibi gösterilmesi de o kadar sunî ve gereksizdir.
Referandum öncesi bir arada yaşadığımız gibi referandum sonrası da bir arada yaşamaya devam edeceğiz. Bu münasebetle referandum öncesi oluşabilecek gerginlik ve toplumsal kutuplaşmaya sebebiyet verecek söylem ve eylemlerden kaçınmak gerekmektedir.
Siyasi bir kazanım için böylesi yöntemlere başvurulduğunu görmek, halkımız gibi bizleri de üzmektedir. Esasen halk arasında bu yönde bir kutuplaşmanın olmadığı, kutuplaşmayı doğuracak veya gerginliği tırmandıracak söylemlerin bizatihi siyasi kişi veya kişilerden kaynaklandığı görülmektedir.
Meclisten geçen bu düzenleme, en nihayetinde halkın önüne gelecek ve halk kararını verecektir. Bu anlamda herkes halkın tercihine saygı göstermeli, hiç kimse kendisi gibi düşünmeyenleri “hain” olarak suçlama hakkını kendinde görmemelidir. ‘Evet` diyenlerin de ‘hayır` diyenlerin de her birinin farklı gerekçelerinin olabileceği göz ardı edilmemelidir.
Bundan hareketle HÜDA PAR olarak siyaset kurumunu ve siyasi parti liderlerini daha dikkatli bir üslup kullanmaya ve sorumluluk bilinci ile hareket etmeye davet ediyoruz.
SURİYE’DE YAŞANAN SON GELİŞMELER VE PKK’NİN ŞENGAL PROVOKASYONU
Astana görüşmeleri, Suriye iç savaşının başladığı günden bu yana önce ateşkesin sağlanması, ardından da bunun bütün Suriye’ye yayılması konusunda umut verici bir adım olmuştur. Zira bu görüşmelerde hem bölge ülkelerinin bulunması hem de sorunun çözümünün askerî değil, siyasî olduğunun deklare edilmesi, barışın sağlanması yönündeki temenniyi umuda dönüştürmüştür.
Ancak ekonomilerinin önemli bir kısmının silah ticaretine dayandığı ABD’nin başını çektiği Batılı ülkelerin kendilerine rağmen Suriye’de yaşanan savaşın sona erdirilmesine sıcak bakmadıkları bilinen bir hakikattir. Trump’ın başkan olması ile ABD’nin Suriye’ye daha fazla müdahil olacağını açıkça ilan etmesi, Rakka’ya operasyon ve güvenli bölgeler fikrini açıkça dillendirmesi, Astana’da devam eden süreç ile Suriye meselesinde alternatif bir hamlenin başlayacağına dair ipuçları vermektedir.
İlkesel anlamda, bölge ülkelerini karşı karşıya getirecek ve siyasetin değil, silahın devreye girmesi ile neticelenecek hiçbir süreci sağlıklı ve gerçekçi bulmuyoruz. Bütün aleyhteki girişimlere rağmen bölge ülkeleri, Astana sürecinde ortaya çıkan siyasi iradeyi muhafaza etmeye özen göstermelidirler. Hükümet, El-Bab ve Münbic meselesi de dâhil olmak üzere tuzaklarla dolu bu mayınlı arazide yeni bir çatışmanın tarafı haline gelmemeye azami derecede dikkat etmelidir.
Şengal Bölgesi’ni IŞİD’den kurtarma kılıfı altında bu bölgeye yerleşen PKK’nin son günlerde Kürdistan Hükümeti’nin bütün uyarılarına rağmen bölgeyi terk etmemesi ve bu konuda peşmerge ile çatışmayı dahi göze alması, tam anlamıyla bir provokasyondur.
Türkiye ve Suriye’de hâkimiyet alanlarında kendisine muhalif gruplara hayat hakkı tanımayarak onları yok etmek isteyen bu yapı, Irak Kürdistan Bölgesi’nde de aynı tavrı sergilemek istemektedir. Suriye’de gerginliği tırmandırmama adına elinde tuttuğu bazı köyleri rejim güçlerine teslim eden PYD-PKK’nin Peşmerge karşısındaki bu tavrı, neye ve kime hizmet ettiğini göstermesi bakımından son derece büyük önem taşımaktadır.
Peşmerge güçleri ile örgüt militanları arasında yaşanan son çatışmadaki ölümlerden, hiçbir uyarıya kulak vermeyen PKK sorumludur. Bu tavır karşısında Kürt halkının bütün örgütlü yapıları seslerini yükseltmeli ve bu girişimi tereddütsüz mahkûm etmelidir.
İSLAM DÜNYASI’NDA YAŞANAN ZULÜMLER
İslam ülkelerinin kendi aralarındaki iç ihtilafları, bir yandan İslam ile İslam düşmanları arasındaki mücadelenin sembolü olan Kudüs meselesini unutulmaya terk ederken, diğer yandan İslam coğrafyalarında yaşanan zulümlerin İslam Dünyası’nın gündeminden çıkmasına sebebiyet vermektedir.
Avrupa Rohingya Konseyi (ERC) Başkanı Dr. Hla Kyaw, Myanmar'da, Arakan'da tüm camilerin ve dini mekânların kapatıldığını, dolayısıyla nikâh bile kıyılamadığını, Arakanlı Müslümanların tarihte eşine az rastlanır bir vahşet ve soykırımla karşı karşıya kaldığını açıkça dile getirmektedir.
Kadınların ve çocukların tecavüze uğradığı, insanların diri diri yakıldığı, on binlerce insanın yerinden yurdundan çıkarıldığı, BM raporlarına girecek derecede insanlığa karşı ağır suçların işlendiği Arakan’da Müslüman olmak, bu zulümlerle karşı karşıya kalmak anlamına gelmektedir.
Yemen’de ise her gün açlıktan çocuk ölümlerinin yaşandığı, BM verilerine göre, 19 milyon kişinin insani yardıma muhtaç, 7 milyon kişinin ise kıtlıkla karşı karşıya olduğu, duyarlı her Müslüman’a acı veren bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır.
İslam ülkelerinin, böylesine kahredici bir tablo karşısında her türlü ihtilafı bir kenara koyması ve arş-ı âlâyı titreten bu zulümler karşısında Müslüman kardeşlerine yardım eli uzatması gerekirken, bazılarının Siyonist terör rejimi ile işbirliği içine girmesi, zulmün daha da katmerleşmesi ve İslam düşmanlarının daha da küstahlaşmasına sebebiyet vermektedir.
Yeryüzünü kana bulayan Siyonist bir heyetin Riyad'a gittiğinin ortaya çıkması, yeryüzünün doğusundan batısına hiçbir Müslüman’ın kabul etmemesi gereken küstahça bir girişimdir. Ayrıca ABD ve Siyonist terör rejiminin güdümünde körfez ülkelerince “Arap NATO’su” adı verilen bir yapılanmadan bahsediliyor olmasının kendisi bile İslam Dünyası’na yönelik bir provokasyondur.
Mezhep ya da meşrebi ne olursa olsun dünyanın hiçbir yerinde tek bir Müslüman’a dahi zulmedilmesine izin vermeyecek ve hiçbir İslam ülkesini dışarıda bırakmayacak bir İslam Birliği’nin tesis edilmesi fert, cemaat veya devlet bazındaki her Müslüman’ın önceliği olmalıdır.