Genel Merkezimizin yaptığı dış gündem değerlendirmesinde; ABD’nin İhvan’ı “terör örgütü” ilan etme girişimleri, Venezuela’da darbe girişimi, İdlib operasyonu, Çin’den başörtüsü ve sakal yasağı ile Mevlüt Çavuşoğlu'nun Kürdistan bölgesel yönetimini ziyareti gibi konularda çarpıcı açıklamalarda bulundu.
ABD’NİN İHVAN’I “TERÖR ÖRGÜTÜ” İLAN ETME GİRİŞİMLERİ
Beyaz Saray Sözcüsü, ABD’nin Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı yabancı terör örgütleri listesine dahil etmeye hazırlandığını açıkladı. 2016 yılında ABD Temsilciler Meclisi ve 2017 yılında Amerikan Kongresinde de Müslüman Kardeşlerin terör örgütü ilan edilmesine dair çalışmalar yapılmış ancak bu çalışmalar onaylanmamıştı. Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile siyonizmin yoğun diplomasileri neticesinde bu kez Trump’ın bu kararı imzalaması bekleniyor. Devrim Muhafızlarının terör örgütü ilan edilmesinin ardından Müslüman Kardeşlere yönelik atılan bu adım, ABD’nin yeni savaş stratejisinin rüşveti olarak yorumlanmaktadır. Zira ABD başkanı Trump’ın göreve gelmesinden bu yana özellikle kaos bölgelerinde müttefik ülkeler finansör ve ithal militan tedarikçisi olarak aktif bir şekilde görev almıştır.
Oysa İhvan Hareketi, bu güne kadar şiddeti bir hak arama yöntemi olarak görmemiş, dolayısıyla terör eylemlerine bulaşmamış ve yasal seçimlerde halkın kahir ekseriyetinin desteğini alarak iktidara gelmiştir. Seçim zaferinin askeri darbeyle tasfiyesine, kitlesel katliamlara ve hareketin her kademesine yönelik baskı ve şiddet eylemlerine rağmen silahlı mücadeleyi tercih etmemiş ve her türlü şiddet eylemini reddetmiştir. İslam ülkelerinin ve hatta tüm dünyanın iftiharı olması gereken böyle bir oluşumun terör olarak tanımlanması utanç vericidir. Esasında meşru bir hareketi terör örgütü olarak lanse eden ülkeler, dünya ülkelerindeki kaosun mimarları, terörizmin besleyicileri ve sivillere yönelik katliamların da suç ortaklarıdırlar. Bu nedenle de terör suçu işlemektedirler.
Dünya tarihinin en büyük teröristi olan ABD'nin bu provokatif kararı karşısında İslam ülkeleri İhvan'a sahip çıkmalıdır. Buna göz yumanlar, yarın sıranın kendilerine de geleceğini unutmamalıdırlar. Cemal Abdünnasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek dönemlerinin baskıcı ve tasfiyeyi hedefleyen politikaları karşısında daha da güçlenen hareketin bugün de Sisi'ye, ABD’ye ve müttefiklerine karşı bu zorlu süreçten güçlenerek çıkmasını temenni ediyoruz.
VENEZUELA’DA DARBE GİRİŞİMİ
ABD’nin açıktan müdahale ve yönlendirmesiyle Venezuela'da 23 Ocak'ta Ulusal Meclis Başkanı Juan Guaido'nun kendini 'Geçici Devlet Başkanı' olarak ilan etmesiyle siyasi kriz başlamış ve Guaido, bir grup askerle yönetime karşı harekete geçmişti. Ancak darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.
Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimi benzeri bir süreç yaşayan Venezuela, Suriye’den sonra ABD ve Rusya arasında yeni bir soğuk savaşın merkezi konumuna geldi. Twitter üzerinden dünya ülkelerini dizayn etmeye çalışan ABD ve enerji odaklı bir politika izleyen Rusya, Venezuela’yı iç savaşa sürüklemektedir. Irak ve Afganistan'da savaş suçlarıyla anılan ABD'li özel güvenlik şirketi Blackwater’in kurucusu Prince’nin Venezuela’da Maduro’ya karşı darbe gerçekleştirmesi için kiralık bir ordu çalışması yaptığının ortaya çıkması bunun açık göstergesidir. Venezuela, ithal bir plan ve ithal bir orduyla felakete sürüklenmektedir.
Ambargo ve yaptırımlarla ekonomik anlamda zayıflayan Venezuela halkı, bugün siyasi bir kaosun da eşiğindedir. Halkın ve ülkenin menfaatleri doğrultusunda, askeri tehdidin ve dış ülkelerin devre dışı bırakıldığı özgür bir seçim Venezuela’nın geleceği açısından son derece önemlidir. Venezuela halkının, ülkeleri ve kaynakları üzerinde projeler tasarlayan dış güçlerin amaçlarını boşa çıkaracak ‘yerli’ yöneticileri iş başına getirmesini temenni ediyoruz.
İDLİB OPERASYONU
2018 yılı Eylül ayında Türkiye, İran ve Rusya arasında imzalanan, İdlib’in gerilimi azaltma bölgesi olarak tanınması ve silahtan arındırılması, bölgede faaliyet yürüten grupların silahsızlandırılması ve Rusya’nın bölgedeki operasyonlarının sınırlandırılmasına dair mutabakat, geçerliliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Geçtiğimiz günlerde açıklama yapan Putin, ‘geniş ölçekli operasyonu göz ardı etmiyorum’ açıklamasıyla bölgeye yönelik operasyon sinyali verdi.
Gerginliği azaltma bölgesi olan İdlib’e büyük çaplı bir operasyon henüz başlamamış olsa da Rusya destekli Suriye ordusunun hava operasyonlarında sivil yapılar, hastaneler ve halk hedef alınıyor. Kara ve hava operasyonlarının artış gösterdiği bu süreçte Hama ve İdlib arasında kalan bölgede yaklaşık 3 milyon insanın hayatı tehdit altındadır. Operasyonun önlenmesi için garantör ülkelerin üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeleri İdlib mutabakatının aslına uygun olarak yürürlüğe konulması son derece önemlidir. Aksi takdirde, İdlib’e yönelik bir operasyon Suriye sorununda umut vaat eden müzakere diplomasisinin rafa kaldırılmasına, sorunun daha da kaotikleşmesine yol açacaktır.
ÇİN’DEN BAŞÖRTÜSÜ VE SAKAL YASAĞI
Çin hakimiyeti altındaki Doğu Türkistan ile Kazakistan sınırında yer alan bölgenin Çin tarafına, başörtüsü ve sakalın yasak olduğunu belirten levhalar asıldı.
Çin’in Kuzeyi ve Orta Asya ülkeleri arasında köprü olarak görülen Doğu Türkistan’da etnik azınlıklara yönelik baskı ve şiddet politikaları endişe verici düzeye ulaştı. Doğu Türkistan halkı, Çin devletinin ibadet yasağı ve fişleme gibi muamelelerine maruz kalıyor. Bir milyon Müslüman Uygur Türkü Çin’in eğitim kampı olarak lanse ettiği toplama merkezlerinde işkence görüyor, dini ve kültürel tüm haklarından mahrum bir yaşama zorlanıyor. Son olarak rehabilitasyon merkezi olarak tanımlanan bu kamplardan bir tanesinde Hacı Buvi Bediçe şehit edilmiştir. Söz konusu kamplarla ilgili birçok uluslararası hukuka aykırı uygulamanın raporlandırılmasına rağmen bir yaptırım söz konusu olmamıştır.
Çin’in özellikle Müslüman azınlıklara karşı uyguladığı asimilasyon politikalarına karşı müttefiki Orta Asya ülkeleri dahil dünyanın bir çok ülkesi sessiz kalmakta ve hak ihlallerini görmezden gelmektedir. Ekonomik ve siyasi menfaatlerin, insan hayatının, hürriyetinin ve refahının üzerinde tutulduğu tüm ittifaklar çökmeye mahkûmdur. Çin’in din ve etnisite üzerinden yürüttüğü sistematik soykırımı kınıyor ve özellikle Müslüman ülkeleri bu zulme tepki göstermeye davet ediyoruz.
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU'NUN KÜRDİSTAN BÖLGESEL YÖNETİMİNİ ZİYARETİ
Eylül 2017 bağımsızlık referandumu nedeniyle Türkiye'nin, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkileri koparma noktasına getirmesi, ekonomik ve siyasi açıdan iki tarafa da pahalıya mal olmuştur. Referandum sürecinde belki de diplomatik yöntemlerle çözülebilecek olumsuzluklar, gerginlik, ambargo ve aşırı tehdit dilinin devreye girmesiyle siyasi, ticari ve diplomatik ilişkileri kopma noktasına getirdi.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi için Türkiye, dış dünyaya açılan kapı iken Türkiye için de bu bölge, en önemli ticaret sahası konumundadır. Yaşanan referandum gerginliği siyasi ve dostane ilişkileri tamamen bitirirken ticari faaliyetleri de bitirme noktasına getirdi. Bunun faturası, iki taraf için de çok ağır oldu. Türkiye'de son dönemde yaşanan ekonomik sıkıntılarda, Kürt bölgesi ile yaşanan bu gerginliğin önemli bir etkisi olmuştur.
Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun geçen hafta gerçekleşen ziyareti, yaşanan gerginliği bitirme, siyasi ve ekonomik sorunlara çözüm bulma noktasında önemli bir adım olmuştur. Kürdistan yönetimi ile siyasi, ticari ve de dostluk ile kardeşlik ilişkilerinin güçlü olması gerekirken bu yönetimin dışlanması sadece kaostan nemalanan ve bunun için fırsat kollayan dış güçlerin işine yaramaktadır.
Bu açıdan Çavuşoğlu'nun ziyareti, geç kalınmış olumlu, bir adımdır. Bu ilişki düzeyinin keyfiyetinin artırılması suretiyle devam etmesi, bütün bölge halkları için de aynı şekilde çok önemli sonuçlar doğuracaktır.
HÜDA PAR GENEL MERKEZİ